İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Her göçün bir amacı ve durağı vardır. Yaklaşık 28 bin kardeşimizi emin bir şekilde Cerablus’a ulaştırdık.” dedi.
İçişleri Bakanı Soylu, 4. Uluslararası Ombudsmanlık Sempozyumu’na katıldı. "Göç ve Mülteciler" konulu sempozyumda konuşma yapan Bakan Soylu, “Türkiye tam 3.5 milyon mülteci ve göçmene ev sahipliği yapmaktadır. Bundan güç alan, bunu Allah’ın kendine bir sınavı olarak gören, tarihin kendine bir sınavı olarak gören, insanlığın kendisine bir sınavı olarak gören millet vardır. Biz bunu bugün gerçekleştirmiyoruz. Bu topraklar Museviler dahil olmak üzere birçok insana eğer dardaysa, sıkıntıdaysa ev sahipliği yapmıştır. Bizim medeniyetimiz merhamet ve şefkat merhametidir. Dünyanın dili, dini, rengi, ırkı, etnik kökeni ne olursa olsun, bu merhamet ve şefkat medeniyetinin eli onlara uzanmakta ve dünyaya iyiliğin nasıl oluşabileceğini göstermektedir. Bizim dinimiz, inancımız, geleneklerimiz, göreneklerimiz, annelerimiz, babalarımız, atalarımız ve bizim öğrendiklerimiz bize şöyle söyler: Yaratılmışların en şefkatlisi insandır. Saddam’ın kimyasallarından kaçan Peşmergelere de sırtını dönmeyen bir milletiz biz. Onlara insanlığın ne olduğunu, sadece para, madde, petrol, silah satışı üzerinden gerçekleşmeyen, insanlığın bambaşka bir tablo olduğunu bütün dünyaya anlatmaya çalışan maddenin ve materyalin arasına sıkışmayan Anadolu medeniyetini ifade etmeye çalışıyoruz. Bugün insanlık tarihine büyük bir iz bırakılmaktadır. Biz her hafta, her gün, her saat bu hissi her dakika yaşıyoruz. Acaba bir eksiğimiz olacak mı, bir yanlışımız olacak mı diye bir taraftan Sahil Güvenlik Komutanlığımızla, bir taraftan jandarmamız ve bir taraftan da polisimiz ile birlikte el birliğiyle bu mücadeleyi veriyoruz. Bu mücadelenin bir insanlık mücadelesi olduğunu ifade etmek isterim” diye konuştu.
“AY YILDIZLI BAYRAK ALTINDA YAŞAMAKTAN BÜYÜK ONUR DUYUYORUM”
Her göç dalgasının bir tecrübe ve bu tecrübenin getirdiği davranış kalıpları oluşturduğunu belirten Soylu, konuşmasına şöyle devam etti:
“Dünyada bu tecrübeler sürekli olarak yaşanmaz ve tarih bu tecrübeleri hep acı olarak önümüze çıkartmıştır. Uzaktan bunları izleyerek, gazetelerden okuyarak, elinize geçmiş bir takım kitap sayfaları ile birlikte bunları değerlendirerek sonuca ulaşmak mümkün değildir. Bu konuda sivil toplum örgütlerimizin ortaya koyduğu süreç bambaşka bir hikayedir. Birçok kez yatağımdan kaldırılarak, ‘Biz Suriye tarafına tır geçirmek istiyoruz’ diyen ve ifade etmek isterim ki, o telefonda heyecanını, sevgisini kelimeleri ile yansıtan, kimi zaman Edirne’den gelmiş, kimi zaman Kars’tan gelmiş sanki doldurduğu tırın içerisinde dünyanın sevgisini ve ihtiyaç duyduğu barışı yaşatıyor anlayışında olan insanların söylediği. Sanki kendi evlatlarını kucaklıyorlar. Bunu ancak yaşarsak anlayabiliriz. Ben bu ülkenin bir ferdiyim ve ay yıldızlı bayrak altında yaşamaktan büyük onur duyuyorum. Ama şunu çok net bir şekilde söylemek istiyorum. Ay yıldızlı bayrak altında yaşamaktan onur duyduğum çok gün olmuştur ama bunlardan en önemlisi şudur, Osmaniye’deki kampa gittiğim gün bir bayram namazında onlarla birlikte bayram namazını kıldık. Bayramlaşmak için onlarla beraber olduğumda onların gözlerindeki gönüllerini gördüm. Emin bir ülkede durmanın, kendilerine dost, şefkat, tam 400 yıl aynı sancak altında birlikte aynı kıbleye yönelmenin, cenazeleri şu omuzlarda taşımanın ama bir taraftan da gözü vatanında olan, özgürlüğünde olan o insanların bulunduğu o kampta dalgalanan ay yıldızlı bayrak, beni bu ülkenin en onurlu ferdi haline getirmiştir.”
Göç dalgası ile karşılaşıldığında devlet olarak temelde iki şekilde davranılacağına dikkat çeken Soylu, “Ya kapınızı kapatırsınız veya açarsınız. Anadolu medeniyeti tarihi boyunca birinci tercihi biraz önce anlattığım örneklerde, Musevilerden başlayıp Osmanlı-Rus savaşından sonra yaşananlarda olduğu gibi asla kullanmamıştır. Türkiye’nin Suriye krizinde oluşan göç dalgasına karşı verdiği tepki yeni bir yaklaşım değildir. Ülkemizde kitlesel akınla gelen Suriyelilere sağlanan koruma uluslararası literatüre göre geçici korumadır. Türkiye’nin göç ve mülteci politikası bu bağlamda üç ana temele dayanmaktadır. Birincisi açık kapı politikası, ikincisi geri göndermeme ilkesi, üçüncüsü ise gelen kişilerin temel acil ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Kapımıza gelen insanları geri çevirmemek, onları zulüm ve ölüm tehlikesi geçmeden geldikleri yere göndermemek ve göçü kontrollü bir şekilde yönetmektir. Bu politikanın ana felsefesi aslında yaşanan trajedinin etkilerini en aza indirmek şeklinde ifade edilebilir. Biz sadece onlara barınma sağlıyor değiliz. Hemen yanı başımızda bütün dünyayı etkileyebilecek bir insanlık travmasını en aza indirmek için büyük gayret sarf ediyoruz. Biz çocukların, annelerin, gençlerin yarınlarına yönelmeye çalışıyoruz. Aslında en büyük yaptığımız iş, onlarla sevgimizi paylaşmaktır. Bu belki de insanlığa yapmış olduğumuz en önemli katkılardan bir tanesidir. Yapılması gereken bu göçü yönetmek ve dünyaya insani yansımalarını en aza indirgemektir. Göçü yönetmek, sadece insanlara barınacak kamp bulup günde 3 öğün yemek çıkartmak demek değildir. Bunu bile yapamayan ülkeler var. Bir takım komşularımızın, bir takım Avrupa ülkelerinin göçmenlere hangi davranışları yaptığını, onlara nelerle muamele ettiğini söylesem insanlığımızdan utanırız. Geniş anlamda göçü yönetmek, sosyal ihtiyaçlarını karşılamak, toplumla uyumunu sağlamak ve yerleşik toplumun olası tepkilerini en aza indirmek, mümkünse yok etmek, onların sosyal ve ekonomik hayata uyumunu temin etmek, temel hak ve özgürlüklerini elden almadan onları nihai hedeflerine ulaştırmaktır. Her göçün bir amacı ve durağı vardır. Yaklaşık 28 bin kardeşimizi emin bir şekilde Cerablus’a ulaştırdık. Orada emin bir şekilde yaşamalarını, emin bir şekilde hayatlarını devam ettirmelerini ve orada çocuklarıyla beraber geleceğe umutla bakmalarını sağlayacak bir ortamı teşkil etmeye çalıştık. Bütün bunları yaparken dostlarımızın buranın demokratik bir ülke olduğunu da bilmesini isteriz. Muhaliflerimiz var, bu konuya sıcak yaklaşmayanlar var, bu konu üzerinden istismar edenler var, bu konuyu böyle görmeyenler ve bu konu üzerinden acaba siyasi bir çıkarım elde edebilir miyim diye düşünenler var. Maalesef onların Türkiye’deki distribütörleri içimizden olanlar da var. Suriye meselesini ve Suriye’deki kardeşlerimizi bir istismar meselesi haline getirdiler. Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı da aynı hatayı, aynı insanlık dışı yaklaşıma ev sahipliği yapmıştır. Çok anlamsız, çok ilkesiz ve hiçte insanlığa yakışmayacak bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu insanlar bizim milletimiz” açıklamasında bulundu.
Soylu, konuşmasına şöyle devam etti:
“2011’de güya şunu yapacaktık. Suriyeliler vatandaş olacaklar Türkiye’de. Bu kötü bir şeydir. Ey Türk milleti referanduma da gidiyoruz. Kısa günün karı. Siyasi fırsatçılık. Hiç yakışmamaktadır. Biz Avrupa’daki bir takım yaklaşımları eleştirdiğimiz gibi Türkiye’nin içerisinde de bu konuda farklı yaklaşımda olanlara ait eleştirilerimizi açık yüreklilikle ortaya koyuyoruz. Böyle bir şey söz konusu mu? Ne yapmalıydık? O insanlar sınırlarımıza geldiğinde ‘Ey Recep Tayyip Erdoğan. Bize Suriye’de tecavüz ediyorlar, hamile olan kadınların karınlarına şiş bastırıp, çocuklarını ve kendilerini öldürüyorlar çocuklar doğmasın, nesiller devam etmesin diye’ dediklerinde ne yapmalıydık biz? Sırtımızı mı dönmeliydik? Tayyip Erdoğan baba değil mi, o topraklarda yetişmedi mi, o topraklarda her gün okunan 5 vakit ezanın ne ifade ettiğini duymuyor mu? Geçmişimizden ayrı mıyız? Evinizin yanında başka bir ev yandığında perdeleri kapatıyor musunuz? Biz doğrusunu yaptık ve doğrusunu yapmaya devam edeceğiz.”
“SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ ÜZERİNDEN İSTİHBARAT YANSITMAYA ÇALIŞANLARI EN NET BİR ŞEKİLDE GÖRÜYORUZ”
Türkiye’nin bugün yaklaşık 500 bin yabancıyı ikamet izni ile misafir ettiğini kaydeden Soylu, “Bir yandan düzensiz göç olarak adlandırdığımız kaçak göç ile mücadele ederken, diğer yandan da resmi göçmenlik kanallarını açık tutabiliyor olması bana göre Türkiye’nin çok önemli başarısıdır. Türkiye’nin tam bunları yaparken PKK, YPG, DEAŞ ve FETÖ terör örgütleri ile eş zamanlı mücadele etmesi de son derece önemlidir. Sorumlu bir devlet anlayışıyla Türkiye terörle mücadelesini bahane göstererek göç politikalarında bir tavır değişikliği, katılık göstermemiştir. Dünyada bunu yapmaya tek hakkı olan ülke bizim ülkemizdir. Yerel göçmenlerin arasından bir taraftan DEAŞ’ı, bir taraftan PKK’yı Türkiye’ye sızdırmak suretiyle Fransa’da, Almanya’da, ABD’de olduğu gibi Türkiye’de bombaları patlatmak suretiyle Türkiye’de göç olarak gelenler ve göç edenlerle yerleşik vatandaşın arasındaki münafereti arttırmakta, bir başka politika olarak sürekli önümüzdedir. Biz bunu görüyoruz. Toplumsal olarak bu karşı karşıya kaldığımız meseleyi tamir edebilmek için de bu insanlık dışı yaklaşımları tamir edebilmek içinde büyük bir gayret gösteriyoruz. Göçün bir tarafında göçmenler, diğer tarafında devletler ve bir diğer tarafında ise yerleşik toplum var. Bu denge elbette ki söz konusudur. Burada ombudsmanlık kurumunun sivil bir inisiyatif olarak görev alması gerektiğini belirtmek isterim. Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 80 milyondur. 26 milyar dolar harcadık. Yaklaşık 3.5 milyon insanı misafir ediyoruz. Özellikle Avrupa’nın Türkiye’ye göçmenler için ortaya koyduğu yardım konusunda gerçekleştirdiği kriterler, yaptığı değerlendirmeler, karşı karşıya kaldığımızda söyledikleri sözler ve bu büyük millete bu büyük insanlık sınavını sürdürenlere yapmış oldukları muameleyi hiçbir şekilde kabul etmiyor ve aynen kendilerine iade ediyoruz. Bundan bir fırsat çıkaran Avrupa’daki bazı devlet yöneticilerine, Avrupalı dostlarımızı, bu insaniliği ortaya koyanları ayırt ederek söylemek istiyorum. Sivil toplum örgütleri üzerinden istihbarat yansıtmaya çalışanları en net bir şekilde görüyoruz. Karşı tarafta neler yaptıklarını, Türkiye’de neler yaptıklarını, neler yapmaya çalıştıklarını ve hangi zehirleri akıttıklarını tek tek biliyoruz. Bunu da yakıştıramıyoruz. Buradan bir fırsat çıkartmaya çalışan, acaba bu topraklarda uzun yıllardan beri ayrı kaldığımız bir şeye tekrar buluşabilir miyiz diye kafalarından ve zihinlerinden geçiren bir takım devlet yetkililerini de şiddetle kınadığımızı ve bunu takip ettiğimizi ifade etmek istiyorum” açıklamasında bulundu.
(İlker Turak / İHA)