YAZMAYA NASIL BAŞLADINIZ? KİTAP ÇIKARMA SÜRECİ NASIL GELİŞTİ?
Herkesin güzel bir yeteneği var. Benim de yazmak en başından beri hayatımda varmış. Benim yazabilme yeteneğimi eşim keşfetti. Ben eşimle tanışana kadar, ‘benim iyi bir kalemim var, iyi yazıyorum’ gibi bir duygum yoktu. Eşim bana, ‘Senin yazıların çok güzel’ dedi. Biz daha evlilik yoluna girmeden eşimin programında bir kompozisyon yazmıştım. O da bunu birinci seçmişti. Daha birbirimizi tanımıyorken böyle bir sürecimiz oldu. Evlendikten sonra bir dergide kadın aile sayfası için yazar aranıyordu. Eşimde bana, ‘düşünür müsün yazmayı’ dedi. Yazılarımı gönderdik. Olumlu cevap aldık. Onunla birlikte ‘Kadınca Kararınca’ sayfası ile yazmaya başladık. O zamanlar yeni evliliklerle ilgili yazılar yazıyordum. Çok beğenildi çok mektup geldi. Sonra bunu internet sitesine dönüştürdük. Burada güzel dönüşler olunca bir radyo programına dönüştürdük. Sonrasında televizyon programı yapmaya başladık. Aslında çok da böyle olsun diye bir yol haritam yoktu. Ama zamanla yıllar içinde birbirini açan güzel kapılar oldu. Bu süreç içinde anne oldum. Anne olunca kalem de anneliğe doğru dönmeye başladı. Eğitimlerim anneliğe dönmüş oldu. Dolayısıyla o süreçlerde dolan ve taşanlarda kitaplara dönüşmeye başladı.
PEKİYİ NEDEN ÇOCUK GELİŞİMİ? BU ANNELİKTEN Mİ KAYNAKLANIYOR?
Ben annelikten kaynaklandığını düşünüyorum. İnsanların seçtiği meslekler kendi yaralarını tamir etmek üzerine de gelişebilir. Kendi ihtiyaçlarını doyurmak anlamıyla da başlayabiliyor. Benim sürecim annelikle birlikte bende faklı kapılar açmasıyla o noktaya doğru yönlendirdi. Her annede ‘Çocuğum için en iyisini yapayım’ telaşı vardır. Bende kendi çocukluğumda yaşadığımın ufak tefek yaralara iyi geldiğini düşündüğüm için belki daha fazla sarıldım. Birde şunu kendi hayatımda çok hissediyorum. ‘İnsan ne için yaratıldıysa o iş onun için kolaylaştırılır’ diye bir hadis vardır. Herhalde benimde gerçekten alanım bu olacakmış, çünkü bu günün yoğunluğu içinde iki evladımın da koşuşturma içinde olmasına rağmen yorulduğumu hissetmiyorum.
SİZCE ANNELİK NEDİR?
Anneliğin tanımı yapabileceğim bir şey değildir. Annelik bambaşka bir şeydir. ‘Sahip olmak değildir, Şahit olmaktır’ dediğimi aslında çocuk eğitiminin ve gelişiminin merkez cümlesidir. Genelde davranışlar üzerinden sorular soruyoruz. Çocuklarımıza nasıl davranalım? Sorusunun cevabını arıyoruz. Bizim davranışımızın ne olacağını belirleyen şey bizim niyetimizdir. Çocuğa nasıl baktığımız nasıl anlamlandırdığımızdır. Dilimize geçmiş olan kavram, ‘çocuk sahibi olmak’ cümlesidir. Böyle düşünürken sahibi olduğum şeye istediğim gibi davranırım refleksi üzerinden hareket eziyoruz ve yanlış ilişki ortaya çıkıyor. Tepkisel çocuklar ortaya çıkıyor. Küçükken sorun yaşamazsak da ergenlikte sorun yaşadığımız çocuklar ortaya çıkıyor. Oysaki bir şeyin emanetçisiyseniz bir sürecin şahidiyseniz orada şükür vardır. O yüzden her kitapta ve her seminerde, ‘Biz çocuklarımızın sahibi değiliz’ diyorum. Gerçekten o çocukları bize emanet olarak nasip eden Allah gün gelecek, Emanetime ne yaptın? diye soracak. Bunun hassasiyetini yaşamaya çalışıyorum. Bu bağlamda annelik bir şahitlik bir emanetçilik makamıdır diye düşünüyorum.
YENİ NESİL ANNELERİ NASIL BULUYORSUNUZ?
Ben gelecek nesilden çok umutluyum. Genelde konuşulduğunda her şey kötüye gidiyor gibi bir izlenim var ama ben umutluyum. Özellikle 15 Temmuz gecesinden sonra annelerin yetiştirdiği gençleri tankların önünde gördük. Gençler nereye gidiyor? İşte gençler yeri geldiğinde tankların önüne gidiyor. Ben geleceğe dair çok umutluyum. Kendi adıma şu süreci yaşadığım için böyleyim. Bağırmayan anneler diye bir sosyal medya sayfamız var. Bunu kitaba da dönüştürdük. Kısa zamanda kendi içinde organik bir şekilde bu kadar büyüyüp ilgi gördüyse demek ki umut var. Biz, ‘Kızını dövmeyen dizini döver. Dayak cennetten çıkmadır’ zamanının çocuklarıyız. Bizim annelerimiz bize vururken pişmanlık duymuyordu. Hatta ‘disiplinli bir anneyim ben’ diye düşünüyorlardı. Biz şimdi bırakın dövmemeyi bağırmamayı konuşuyoruz. Bu iyiye gidiş değil midir? Bu insani ilişkilerde bir insan nasıl bir muamele hak ediyorsa demek ki çocukta hak ediyor. Çünkü çocuk da bir insandır. Bunun içinde korkuyla değil sevgiyle de bir şeyleri yaptırabiliriz kısmına geldiğimizi gösteriyor. Bilgi ve teknoloji çağındayız. Bilgi çok hızlı akıyor. Bilgi çağı içinde yeni açmaya çalıştığımız yolun sancılarını yaşayan anneleriz ama bizden sonraki nesil ben inanıyorum ki bizden çok daha iyi işler yapacaklar.
SOSYAL MEDYADA BU İŞİ PARAYA DÖKEN ANNELER HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Sosyal medyada hesap açıp annelik üzerine paylaşım yapan kişilerden ziyade o kişileri takip eden insanların gelmesi gereken bir duruş olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü sizin o hesabı açmaktaki niyetiniz ne olursa olsun sosyal medyada benimde anlamlandıramadığım şeyler var. İnsanlar takip ettiği hesaplardan anlık görüntüler üzerinden hareket ediyor. Örneğin anne takip ettiği o hesaptan bir oyun paylaşılıyor diye bütün gün oyun oynuyor çocuğuyla. Anneler bir algı üzerinden gidiyorlar ve kendilerini anlamsız bir şekilde yetersiz hissediyorlar. ‘Bütün gün oyun oynanacak ama ben on dakika oynadım. Ben yetersiz anneyim’ kısmına gelebiliyorlar. Oysaki hiç birimizin albümünde ‘Şuan eşimle tartışıyorum, şahane, bunu fotoğraflamalıyım’ diye bir şey yok. Fotoğraflar mutlu zamanlarda sakin anlarda çekilir. O anlar sadece günün içinde olan ufak anlardır. Günün her anını çocuklarla oynayarak geçiremezsiniz. Önemli olan 30 dakikayı dolu dolu geçirmektir. Ben yine de sosyal medyanın hayrına kullanılması amacıyla yapılan işleri faydalı buluyorum.
BAĞIRMAYAN ANNELER PROJESİNDEN BAHSEDER MİSİNİZ?
Bağırmayan anneler iki yıl önce bir atölye olarak başladı. Burada çocuklarla saygı ve sevgi çerçevesinde bir iletişim ağı kurulabiliri anlatıyorduk. Çocuk dediğimiz adam edilmesi gereken bir varlık değildir. Çok insani yollarla bu yapılabilir düşüncesini anlatmaya çalıştık. Kast ettiğimiz de buydu. Atölye programı olarak başladığımız bir projeydi. Sonra eşimin yönlendirmesi ile facebook sayfası oluşturduk. Sonuçta Türkiye adına değil yurt dışına bile ulaşabildiğim bir projeydi. Ben uzun süre sayfanın güncellemesini bile yapmadım. Bir gün sayfaya girdim ve sayfada yüz bin kişi olduğunu gördüm. Eşimle konuştuk. Bana; ‘Demek ki bu bir ihtiyaç, bu sayfayla da ilgilen’ dedi. Sayfa ile daha çok ilgilenmeye başladım. Şuan üç milyonun üzerinde bir sayfa etkileşimi var. 400 bin kişi kadar kişi sayısı var. Koyduğunuz bir şey o kadar kısa sürede büyüyor ki bir damla bir okyanusa dönüşürcesine büyüyor. Üç aylara girerken evde ufak bir şey yaptık. Bunu sayfaya da koyduk bir günde 600 bin kişiye ulaştı. Beni takip eden sadece anneler değil öğretmenler de var. Bazen sınıflardan mesajlar geliyor. Benim bu durumda heyecandan uykularım kaçıyor. Aslında anlattıklarım fıtrat pedagojisi temellidir. Yani adetlerle değil ayetlerle çocuklarımızı eğitelim demeye çalışıyorum. Ama bağırmayan anneler isimi o kadar gündem oldu ki, insanlar kitap alırken, ‘Bağırmayan anneler kitabını alabilir miyiz?’ diyorlar. Sonra biz atölyeyi kitaplaştırma kararı aldık. Çünkü atölyenin herkese ulaşması çok mümkün değildir. Oradaki maddeler halinde atölyede anlattığım şekliyle kitaplaştırdık.
ÇOCUK EĞİTİMİNDE NELERE DİKKAT EDİLMELİ? NEREDE HATA YAPILIYOR?
‘Çocuğumuzla aynı safta değiliz, rakibiz. O karşıda ve bize rağmen bir şeyler yapıyor’ diye düşünürsek bu büyük bir problemdir. Pek çok anneden, ‘Beni gıcık etmek için yapıyor, beni yormak için yapıyor, sırf beni hasta etmek öldürmek için yapıyor’ cümlelerini duyuyoruz. Ergenlik öncesi her yaş dönemi çocuklar annelerine rağmen olumsuz davranışlarda bulunmazlar. Bulunuyorsalar neden bulunurlar? Ya bir duygu boşluğu vardır. Yani bir ihtiyacını göremiyor fark edemiyoruzdur. Oda o ihtiyacını dile getiriyordur ya da aynı bir yetişkin gibi içinde baş edemediği olumsuz bir duygu vardır. Olumsuz davranışta bulunuyorsak içimizde olumsuz bir duygu biriktiği ve baş edemediğimizdendir. Çocuklarda bu çok daha masumane bir sebeptir. Çünkü 7 yaşına kadar çocuklarda sol beyin gelişimi yok. Sağ beyin ve duygu geçişi çok aktiftir. O yüzden bir öfke nöbeti geçirdiğinde kendini yerlere atıyor. Çocuğun, ‘Annem bu oyuncağı şimdi alamadı ama sonra alacak’ diye bir mantık bilinci yok. Dolayısıyla size rağmen olumsuz davranmadığını bildiğiniz zaman o kadar rahat bakıyorsunuz. Ben 3 yaşındaki çocuğumun entrika peşinde dolaştığını düşünmek istemem. Bu beni yorar. Annelere de bunu söylüyorum. O yüzden anneler çocuklarını kendilerinin düşmanları ve rakipleri olarak düşünmesinler bir ekip ruhu oluşturursak eğer o zaman çocuk eğitimi çok daha rahat ve keyifli bir hale gelecek.
ÇOCUKLARIMIZA DİNİMİZİ ÖĞRETİRKEN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ?
Biz çocuklarımıza namaz kıldırtmak, oruç tutturmak, tesettüre girmelerini sağlamak, sadaka verdirmek zorunda da değiliz. Ama bütün bunları sevdirtmek zorundayız. Bunu nasıl yaptırtabilirim demekten ziyade nasıl sevdirtebilirim demeliyiz. Burada ilk yapacağımız şey bunu gerçekten seviyor olmalıyız. Pek çok aile içerisinde namaz izlenen dizinin reklam arasında kılınır bir hale gelmişse o zaman oradan çok namazı seven bir çocuk çıkmaz. Anneler şunu bilmeli ki siz neye önem verirseniz çocuğunuz da ona önem verir. Kitap okumak için de böyledir. Bizim kültürümüzde ‘ben yapamadım çocuğum yapsın’ diye bir söz var. Böyle bir şey yok. Biz severek yapacağız ki çocuğumuzda severek yapsın. Allah’ı seviyorum demek Allah’ı seviyor gibi yaşamayı gerektirir. Biz bunu yapamıyorsak ibadet bilincimiz sevgi noktasında değilse bunun sıkıntısını yaşarız. İbadetleri çocuklaştırmak gerekiyor. Çünkü çocuktan taklit bekliyoruz. Tahkik beklemiyoruz. Bir çocuk seccadesi hazırlarken üstüne çocuğun sevdiği oyuncakla bir seccade hazırlamak gerekiyor. Annelerle bunu paylaşınca ama suret var olmaz diyorlar. Tamam da zaten o çocuğu da namaz farz değil ki. Burada benim yapmaya çalıştığım şey onun dünyasında ne varsa o dünyaya onu da adapte edebilmektir. Çünkü zaten o çocuk belli bir yaşa geldiğinde oyuncaklı seccade ile namaz kılmayacak. Şekil kısmına çok takılmamalıyız.
ETKİLENDİĞİNİZ HERHANGİ BİR YAZAR VAR MI?
Ben çok kitap okurum. Kendi alanımda bin kitabı geçmiş bir kütüphanem vardır. Hepsini de okumuşumdur. Alanla ilgili çok kıymetli hocalarımız var. Haluk Yavuzer, Doğan Cüceloğlu gibi değerli hocalarımız var. Zaten sürekli takip ediyorum. Tefekkür okuması yapan yazarları çok beğenirim. Çünkü kuranı sadece okumak değil onun üzerine o tefekkür yolculuğuna çıkartabilen yazarları çok beğenirim. Şunun kalemi beni çok etkiliyordan ziyade her yazardan beslenmeyi tercih ediyorum.
SİZİN İKİ ÇOCUĞUNUZ VAR. BU YOĞUN TEMPOYA NASIL AYAK UYDURUYORSUNUZ?
Çalışan anne olmanın en önemli kısmı planlı olma mecburiyeti getirmesidir. Planla yaşıyorum. Sabah 8’de çıkıp akşam 5’te dönmek gibi bir mecburiyetim yok. Yazarlık zaten Home ofis yapılan bir şey olabiliyor. Onun dışında seminer programlarım oluyor. Onları da haftada iki günü geçirmemeye çalışıyorum. Home ofis çalışıyor olmak benim için avantaj sağlıyor. Ama dezavantajı her şeyin sizin planlamasını gerektiriyor. Planlı yaşam her şeyin yetişmesine olanak sağlıyor. Gün içinde çocuğunuzla 30 dakika ama gerçekten ilgilenmek yeter. Mesela çocuğu parka götürmekle, çocukla parka gitmek arasında büyük fark vardır. Çocuğu parka götüren anne orada oturuyor. Çocuğuna hadi sen oyna diyor. Ama çocuğuyla parka giden anne çocuğu ile birlikte o anı yaşıyor. Çocuk kaydıraktan kayarken anne hemen başında oluyor. Buna dikkat etmek ve zamanı güzel geçirmek gerekiyor. Böyle olunca çocuklar da diğer vakitlerde size güzel bir alan açıyor.
YENİ PROJELERİNİZ VAR MI?
Her yazarın bilgisayarında devam eden işler vardır. Yeni sezonda çocuklarda din eğitimine dair annelere yönelik bir kitap projesi hazırlığım var. Din eğitimine dair kitaplar yazılmış ama ilahiyatçılarımız işin din boyutunu yazmışlar. Pedagojik olarak yazılanlarda ise o din boyutu biraz eksik bırakılmış. Ben şunu istiyorum. Çocuklar bir şekilde namaz kılmayı öğrenirler. Biz yetişkinler hatimler yapıyoruz ama biri dese ki ne anladın verecek cevap bulamıyoruz. O yüzden çocuklarla tefekkür okumalarına dair bir din kitabı olsun istiyorum.
(İHA)